Soyut resim, sanatçının dış dünyayı taklit etmekten vazgeçip, görünmeyeni ifade etmeye yöneldiği bir iç yolculuktur.
Bu yolculukta renkler, formlar ve çizgiler; nesneleri temsil etmek için değil, duyguları, düşünceleri ve sezgileri doğrudan aktarabilmek için özgürce kullanılır.
Soyut sanat, gözle görülebilir olandan çok, sezgisel olanı, hissedileni ve zamanın ötesinde kalan titreşimleri görünür kılmaya çalışır.
Bir soyut eser karşısında izleyici, belirli bir objeyi ya da sahneyi tanımaya çalışmaz;
aksine, resimle kurduğu ilişki tamamen kişisel, tamamen içsel bir yankıdan doğar.
Böylece soyut sanat, her bireye kendi anlamını fısıldar;
sanatçının niyetinin ötesinde, her gözleyen için ayrı bir evren yaratır.
Soyut resim, aynı zamanda özgürleşmenin ve sınırsızlığın da bir ifadesidir.
Çünkü burada sanatçı, biçimin ve nesnenin dayattığı kalıplardan kurtulmuş;
doğrudan duygunun, ritmin ve ruhsal sezginin kılavuzluğunda yaratmıştır.
Bir çizgi, bir leke, bir renk geçişi;
bir hikâye anlatmaz belki,
ama bir varoluş hâlini taşır.
Ve bu hâl, her seferinde izleyicinin kendi iç sesiyle yankılanır.
Sonuçta, soyut resim bir temsil değil; bir çağrıdır.
Görünenin ardında saklı kalan gerçekliğe bir davettir.
Ve her tuval, sanatçının ruhundan doğmuş sessiz bir şiirdir.
