Soyut resim ve figüratif resim farkı

Sanat tarihinde görünene sadık kalan figüratif resim ile, görünmeyeni izini süren soyut resim arasındaki fark; yalnızca biçimsel değil, aynı zamanda varoluşsal bir ayrımdır. Figüratif resim; nesneleri, figürleri, manzaraları, yani dünyayı taklit eder. Soyut ise dünyayı değil, onun ardındaki titreşimi yakalamaya çalışır. Bu ayrım, yalnızca bir anlatım biçimi değil, sanatçının varlığa dair aldığı konumdur.

Figüratif resim tarih boyunca gerçeğin temsili üzerinden var oldu. İster Antik Yunan heykellerinde olduğu gibi oran ve ölçü üzerinden, ister Rönesans’ta perspektif ve ışıkla derinlik kazanarak… her daim görünenin aynalanması esas alındı. Sanatçının görevi, doğayı taklit etmek değilse bile, doğaya sadık kalmaktı. Bu noktada göz, en yüce ölçüttü. Gözle görülen, varlığın doğruluğuydu.

Soyut resim ise gözle görüleni değil, ruh ile sezileni resmetmeye yöneldi. Bu yöneliş 20. yüzyıl başlarında sadece plastik sanatlarda değil, müzik, edebiyat ve bilimde de yankılandı. Modernitenin aklı, yerini içsel sezgiye bırakmaya başladı.

Wassily Kandinsky, soyut sanatın kurucu figürlerinden biri olarak, resmin artık bir konuya ihtiyaç duymadığını ilan etti. Onun için renk, sadece görsel bir unsur değil; bir ruhsal titreşim aracıdır. “Mavi derindir, mistiktir. Sarı neşelidir, saldırgandır,” diyordu Kandinsky. Renk ve biçim, içsel bir müzik gibi çalışmalıydı. Onun soyutluğu, matematiksel değil duyusal ve sezgisel bir düzeyde soyuttu. Ona göre bir üçgen sadece üç köşeden ibaret değil, yükselen bir ruh hâlinin göstergesiydi.

Kandinsky’nin kuramlarında müzikle resim iç içe geçer; çünkü her ikisi de anlamı doğrudan değil, dolaylı iletir. Soyut sanat, işte bu dolaylılığın saf dilidir.

Hilma af Klint ise soyutun belki de en erken ve en radikal yorumcusudur. Kandinsky’den yıllar önce soyut eserler üretmiş olmasına rağmen, onun adı ancak yakın dönemde görünür hâle gelmiştir. Sebebi açıktır: Af Klint’in eserleri görünmeyeni temsil etmeye çalıştığı için değil, görünmeyenden gelen bilgiyi taşıdığı için soyuttu.

Hilma af Klint’in soyutlamaları, matematiksel geometriden çok mistik sembollerle örülüdür. Onun üçgenleri, spiral sarmalları ve daireleri, kadim evrenin ritmini yansıtan kapılar gibidir. Sanat, onun için bir iletişim değil, bir aracılık hâlidir. Hilma, ruhsal rehberlerinden aldığı yönlendirmelerle çalıştığını, eserlerinin bir üst bilinçle bağlantı hâlinde doğduğunu ifade etmiştir. Onun soyutluğu, dış dünyaya değil, içsel boyuta açılır.

Soyut ile figüratif arasındaki fark sadece temsilde değil, niyette gizlidir. Figüratif bir sanatçı, dış gerçekliği yansıtmak ister; soyut bir sanatçı ise gerçeğin ötesine geçmek.
Birinde göz önünde olan, diğerinde göz ardı edilen kutsaldır.

Kandinsky sezgiyi renge, Hilma af Klint ise ruhsal varlığı geometriye dönüştürür.
Birisi renklerin müziğini çalar, diğeri sembollerin sessizliğini dinletir.

Soyut resim, görünmeyenin temsiline girişimdir.
Figüratif resim dış dünyanın yankısıysa,
soyut resim iç dünyanın yankısıdır.

Ve ikisi arasında fark, sadece neye baktığımızda değil,
nereden baktığımızda saklıdır.